top of page

Neden Yazdım???

Updated: Aug 25

(15 Temmuz'da aslında neler olmuştu...?


ree

İnsanların hayatlarında sadece bir iki kere yaşadıkları ancak tüm geleceklerini şekillendiren önemli olaylar vardır. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan uğursuz olaylar da tam olarak bunlardan biriydi sanırım. O günü anlatan ya da anlatmaya çalışan çok sayıda kitap, makale, haber vs. yazıldı. Belki çok daha fazlası mahkeme zabıtlarında kayda geçirildi. Sadece yurt içinde değil yurt dışında da çok sayıda hukuki, siyasi ve sosyal tartışmanın odak noktasında yer aldı15 Temmuz. Peki aradan geçen bunca yıla, yazılan binlerce sayfa yazıya, yapılan bunca yargılamalara rağmen o gece gerçekte ne yaşadığımızdan emin olan var mı? Elbette hayır.


O tarihe ilişkin kuşku götürmeyecek belki de tek bir gerçek var. O da yüz binlerce insanın hayatlarının bir daha onarılamayacak şekilde yıkıma uğraması. Aile fertleriyle beraber milyonlarla ifade edilebilecek bir kesim söz konusu. Bunu ifade ederken, yapılan yargılamalardan da, o geceye ilişkin yazılıp söylenenlerden de bağımsız bakıyorum meseleye. Sebebi her ne olursa olsun, yalın gerçek bundan ibaret. Beni 15 Temmuz’u araştırmaya yönelten biraz da bu oldu sanırım.


Darbe girişimi esnasında KKTC Güvenlik Kuvvetleri Kurmay Başkanı idim.  O akşam Güvenlik Kuvvetleri Komutanının “Kadir mesaiye gitmemiz gerekiyor, bir şeyler oluyormuş” şeklindeki telefonuyla mesaiye gittim. Sonrasında malum olayları televizyondan Güvenlik Kuvvetleri Komutanı ile birlikte, her sivil vatandaş kadar izleyebildim.


Bu arada sıkıyönetim emri ve atama listeleri geldi. Kimilerinin karşısında göreve devam edeceği yazarken, kimileri için de yeni görevler belirtiliyordu. Komutan bir iki kez Kara Kuvvetleri Harekat Merkezine telefon etti ama ne olduğuna dair herhangi bir bilgi alamadı.

Ne olduğunu anlayamadığımız bir psikolojiye bürünüyorduk.  Örneğin o güne kadar her gün kahvaltıyı birlikte yaptığımız Komutanla bir anda görevin zorunlu kıldığı anlar dışında görüşmez olmuştuk. Zaten ertesi gün Komutan tüm personeli toplayarak hiç kimseye güvenmediğini tüm karargah personelinin yüzüne karşı söyleyivermişti. Güvensizlik o kadar hepimizi sarmıştı ki ben de Komutan da mesaiye geliş saatimizi ve faaliyetlerimizi kayıt altına almak için cerideyi kontrol edip tarih ve saati özellikle not ettirmiştik.


Hiç kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyor ama şehir efsanesi benzetmesine çok benzeyen bir FETÖ kalkışması söylentisi her tarafa yayılıyordu. Çok geçmeden süreç neredeyse kitap kalınlığında uzun ihraç listelerinin gelmesiyle herkesin birbirinden korkmaya başladığı bir sürece evrilmişti.


O gece mesaiye eğitim elbisesiyle gelmenin bile suç emaresi sayıldığı bir dönem başlamıştı. Soruları çok net hatırlamamakla beraber o gece mesaiye gelirken sivil ya da resmi kıyafetle olup olmadığımız sorusu bana çok garip gelmişti. Tesadüfen sivil kıyafetle geldiğime anlamsızca çok sevinmiştim. Çünkü o güne kadar Kurmay Başkanı olarak mesai harici zamanlarda defalarca sivil kıyafetli olarak da resmi kıyafetli olarak da karargaha gelmiştim ve bunun bir gün kalkışma emaresi olarak sorgulanacağını hiç düşünmemiştim.


Sanırım genel havanın etkisiyle, ben de o zaman resmi söylemlerin etkisinde kalarak, bunun bir FETÖ kalkışması olduğunu düşünmüştüm. Özellikle Kurmay Subayların tamamına yakınının devlet tarafından FETÖ olarak tanımlanan bir terör örgütünün üyesi olduğundan söz ediliyordu. Düşünün ki Kıbrıs’taki kurmay subayların ben dahil ikisi hariç neredeyse tamamı farklı tarihlerde bir şekilde ihraç edildiler. Öyle ki gidenlerin yerine gelenler de kısa sürede göz altına alınmaya başlamıştı.


Sonraki yıl Kara Kuvvetleri Karargahına Plan Harekât Şube Müdürü olarak tayin oldum. Tayin olduğum yıl Suriye topraklarında başlatılan Afrin ve İdlip Harekatlarının planlanması ve takibiyle görevli bir şubenin müdürü olarak çok yoğun bir yıl geçirdim. Koskoca Kara Kuvvetleri Karargahında üç kurmay personelle çalışan, hatta kurmay personelle çalışan tek şube müdürü bendim sanırım. Sanırım diyorum çünkü yıl ortasında gelen bir kurmay proje subayının görevlendirilmesi aşamasında Personel Başkanlığı ile nasıl mücadele ettiğimizi ve söz konusu personelin birkaç kez iki başkanlık arasında nasıl gidip geldiğini hatırlıyorum.


Zaten olayların hiç de bize anlatılanlar gibi olmadığına kesin kanaat getirmem ve araştırmaya karar vermem de buradaki bir yıllık görevim esnasında oldu. İlk dikkatimi çeken şeylerden birisi ihraç edilen eski personel tarafından oluşturulmuş dosyaların hala bilgisayarlarda duruyor olmasıydı. Şifreliydi ve açılamıyordu. Silahlı Kuvvetlerde normal olarak kapalı devre genel bir ağda çalışılıyor olsa da hassas içerik işleyen özel birimler, ağa bağlı olmayan bilgisayarlar da kullanırdı ve bahsettiğim bilgisayar da bunlardan biriydi. Giden personellerden kalan kilitli klasörler mevcuttu ve muhtemelen açılıp bakılmamıştı. Aksi halde sonrasında mutlaka silinir ve muhtemelen bilgisayara da el konurdu. Açıkçası ben de bununla ilgili bir girişimde bulunmadım.


Ama daha da şaşırtıcı olan Kara Kuvvetleri Komutanlığının onaylı planlarına ait eklerin neredeyse tamamı ihraç olmuş personel tarafından hazırlandığı ve imzalandığı gibi duruyordu. Eğer anlatılanların çok küçük bir kısmı bile doğru ise tüm bu planların iptal edilmesi ve yeniden hazırlanması gerekirdi. Bununla ilgili olarak sessiz kalmam mümkün olamazdı, çünkü görevim gereği ben de sorumlu tutulabilirdim. Önce Daire Başkanına ve bir plan toplantısı esnasında da Harekat Başkanına bu durumu arz ettim. Ama tavırları konuyu kurcalama yönünde değildi ve bunu anladıktan sonra ısrar etmedim. Zaten bunu ilk düşünmesi gerekenler Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının bizzat kendileri olmalıydı, zira birinci derecede sorumlu olanlar onlardı. Belli ki bunda bir sıkıntı görmüyorlardı.


Bu arada olayların ana aktörlerinden gösterilen kurmay subaylarla ilgili burada yaşadıklarımdan da kısaca bahsetmek istiyorum. Kurmay subaylara sürekli vurgu yapmam sizi şaşırtmasın çünkü kurmay subay derken TSK’nın tam olarak beyin takımından bahsediyoruz. Yukarıda bahsettiğim ve Kara Kuvvetleri Karargahının o yıl süresince icra ettiği iki ana faaliyet olan Afrin ve İdlip Harekat planlarının ana çatısını ve bir çok ekini bahsettiğim 2-3 kurmay subay hazırladılar. Sonrasında Kuvvet Karargahının kalabalık Harekat Merkezi kadrosuna rağmen oluşturulan ayrı bir çekirdek harekat merkezinde de onlar yer aldılar. Söz konusu merkez vasıtasıyla harekatın takibini ve her sabah brifing hazırlanması işini koordine ettiler. Harekatın sonunda sonuç raporunu da onlar hazırladırlar. Kurmay subay işte böyle bir şey. İcra edilecek faaliyeti tahayyül etmesi, sonrasında bir çerçeveye oturtarak somutlaştırması, karar teklifini hazırlaması ve komutanı bu karara ikna etmesi, planlamayı yapması, icraya ilişkin emri hazırlaması, icrayı takip ederek düzeltici emirleri yazması, sonuç raporunu hazırlaması ve her türlü aksaklıkta sorumluluk alması beklenen kişidir kurmay subay.


Gerçi bu bir yıl boyunca kurmay subayları çalıştırırken ne kadar zorlandığımı söylemeden de geçemeyeceğim. Normalde kurmay subaylar Türk Ordusunda en rahat çalıştırılan ve gerek aldıkları eğitimin sonucu, gerek kanun, nizam ve emirlere vukufiyetleri gerekse kariyer kaygısı nedeniyle tereddütsüz 24 saat çalıştırılabilen kişilerdir. Tüm bu çalışmaları yaparken de amirlerine karşı yorgunluk, isteksizlik hele de saygıda noksanlık asla göstermezler. Ama o sene benim için durum hiç de öyle olmadı. Saygısızlık gördüm demem abartı olabilir, hatta o zor şartlarda bu kadar başarılı işler çıkaran bir ekibe karşı da haksızlık olur belki. Ama bu kurmayların isteksiz, yorgun, bıkkın ve daha da ötesi umutsuz tavırlarıyla tüm yıl boyunca mücadele etmem gerektiğini de söylemeliyim. Bir kurmay subaydan beklenmeyecek şekilde çalışmak istemediklerini, nasıl olsa sonuçta diğerleriyle aynı akıbete uğrayacaklarını bildiklerini ifade eden şeyler mırıldanıyorlardı.


Doğrusu haksız olduklarını da düşünmüyordum ama planlanan ve icra edilen harekatlar vardı ve bunlarda yaşanabilecek bir aksaklık benden beklenen en son şey olurdu. Onun için morallerini yüksek tutmayı kendime misyon edindim ve bir dereceye kadar da bunda başarılı olduğumu sanıyorum. Ama yine de bu kadar çalıştırılmalarına rağmen ödüllendirme konularında bilinçli olarak unutulmalarının onları ne kadar yaraladığını gördüm. Şube müdürü olarak en gizli harekatları planlattığım bu kişilerden birini ödül anlamında yurtdışı tatbikatlara teklif ettiğimde personelcilerin gelerek, bunu değiştirin bu olmaz demeleri bırakın ilgili şahsı beni bile yaralamıştı. Burada kriterleri neydi bugün bile tam olarak emin değilim. Çünkü diğer kurmayı bir yurtdışı tatbikata gönderebildik aynı yıl. Bir şeylerin tam olarak söylendiği gibi olmadığına emindim artık. Öyle ya ülkenin en gizli harekat planlarını bu kurmaylara hazırlat, hazırlanan emirlerle ülke silahlı kuvvetlerini yurtdışına gönder, ama aynı kişiyi güvensizlik gerekçesiyle yurtdışına çıkarma.


Adeta her şeyin yolunda olduğunu göstermek zorunda olduğumuz ama sonunun iyi bitmeyeceğini bildiğimiz distopik bir senaryoda bizlere biçilmiş rolleri oynuyorduk. Oyunun sonu da maalesef kurmay proje subayları için (tam da bekledikleri ve söyledikleri gibi) iyi bitmedi. İki harekatın da sonuna gelinmiş ve sonuç raporları hazırlanmıştı. Tayin dönemi gelmişti. Sanırım tayinleri de çıkmıştı, en azından birini net hatırlıyorum tayini çıkmış olarak. Güzel de bir tayindi sanırım. Ama her ikisi de kısa aralıklarla önce uzaklaştırıldılar sonra da ihraç edildiler. Sanki bilinçli olarak ihtiyaç olan yerlerde çalıştırılmış, işleri bitince de gönderilmişlerdi.


Fakat yaşananları netleştirebileceğim, şüphelerimi teyit ya da tekzip edebilecek hiç kimse yoktu. Kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Kulaktan dolma yarım yamalak bilgiler birbirine aktarılarak sürekli yeni hikayeler üretiliyordu. Konuşulanları dinledikçe bir şeylerin yerine oturmadığını hissedebiliyordum. Daha önce Genelkurmay karargahında da çalışmıştım ve yeterince büyük karargâh tecrübem vardı. Bazıları nedense üst rütbelilerle ve makamlarla daha yakın görünüyor, daha kendine güvenli ve pervasız davranışlar sergiliyordu. Bu bahsettiğim hususlar genelde mesaideki gözlemlerime dayansa da göreve yönelik şeyler değildi, daha genel tavırlara ilişkindi.


Bu arada atandığım ve mesai mefhumu gözetmeden sürdürdüğüm şube müdürlüğünden anlamsız bir atama hikayesiyle ayrıldım. Mesai mefhumu gözetmeden derken gerçekten de gece mesaiyi en son terk edenlerden biriydim. Sabah da henüz kimse uyanmadan ben karargahtaki mesaime başlamış olurdum ve o sabahki brifingin hazırlıklarına başlardım. Bir yıl boyunca Ankara’yı gün ışığında görmedim desem yeridir yani. Daire Başkanımın terfi etmesi sonrası aynı göreve yazılı olarak görevlendirildim ve göreve yeni başlayan Kuvvet Komutanıyla birlikte birlik ziyaretlerine eşlik etmeye başladım.


Ancak hiç beklenmeyen ve normal sayılamayacak bir şey oldu. Aynı Dairede bir yıldır görev yapmama, devam eden yurtdışı harekatların planlama ve sevk ve idaresindeki en tecrübeli personel olmama rağmen, Kurmay Şubeden arayarak Plan Harekat Daire Başkanlığına değil Savunma Planlama Daire Başkanlığına atayacaklarını söylediler.


Bir yılda nasıl en tecrübeli personel olabilirsin ki diye sorabilirsiniz doğal olarak. Ama şaka gibi gelse de göreve başlarken en yeni personel olsam da bir yıl sonra en eski personel olmuştum. Çünkü atama ve görevlendirmeyle gelenlerin neredeyse tamamı yıl içinde farklı zamanlarda olaylarla ilişkilendirilerek ya ihraç olmuş ya da görev yeri değişikliğine maruz kalmıştı. Fiilen yürüyen harekatlar varken nasıl olabilir böyle birşey diyebilirsiniz belki ama o zaman böyleydi.


Aynı anda da adeta sus payı verircesine Katar’a danışman olarak görevlendirildim. Yani seni hak ettiğin daire başkanlığına atamadık ama bak yurtdışına gönderiyoruz diyorlardı. Harekat Başkanına durumu arz ettiğimde kendisinin de hiçbir bilgisinin olmadığını ifade etti ve “Daldaki iki kuştansa cepteki bir kuş daha iyidir. Diğer görevde general olacağın kesin mi. Ama yurtdışı görevin kesin” gibi sus payı düşüncesini teyit eden teselli cümleleri kurmuştu. Bir yıllık bu görev sonrasında Türkiye’ye dönerken de emekli edildim. Katar’da askerlik safahatımın belki de en rahat, en lüks yılını çok yıldızlı bir otelde geçirmiştim. Fakat tüm bunların sadece sus payı olduğundan emin olmam beni fazlasıyla kırmıştı. Bunun sus payı olduğundan nasıl mı emin oldum. Yerime atanan kişiye hayırlı olsun ziyaretim esnasında bana, “Ben geçen sene iç direkten dönmüşüm, bu sene terfi ettirecekler beni…” şeklindeki sözlerinden sonra aklıma başka da bir ihtimal gelmiyor doğrusu. Gerçi kader işte kendisi de o sene benimle birlikte emekli edildi.


Bu duygular içinde o zamana kadar yapmadığım bir şeyi, 15 Temmuz olaylarını derinlemesine araştırmaya karar verdim. Öncelikle açık kaynaklarda ulaşabildiğim her haber ve belgeyi okumaya ve kaydetmeye başladım. Okudukça da şüphelenmenin çok daha ötesinde bilinçli ve iyi niyetli olmayan bir kurgunun söz konusu olabileceğini hissettim.


Bu raporu kaleme almaya karar verirken yargılamaları yeniden başlatmak gibi bir motivasyonla harekete geçmedim elbette. Zaten böyle birşeyin bugün de gerek siyasi gerekse hukuki anlamda mümkün olmayabileceğinin de farkındayım. Öğrencilik dahil yaklaşık 40 yıl üniformasını taşıdığım, çeşitli seviyelerinde komutanlık, karargâh subaylığı ve öğretmenlik yaptığım askerlik kurumuna borcumu ödemek temel motivasyonum oldu. Askerlere yönelik hamaset yüklü, bilgiden yoksun ve aşağılayıcı yorumları okudukça gerçekleri ortaya koymak için bir şeyler yapmak zorunda olduğumu hissettim. Bu benim ömrümün üçte ikisini geçirdiğim TSK Kurumu ve ceza alan binlerce asker için yapmak zorunda olduğum bir görevdi.


Raporu yazarken sadece iddiadan ibaret hususları dikkate almamaya özellikle gayret ettim. Aynı şekilde sanık ifadelerinden ya da salt resmi söylemlerden hareketle değerlendirmede bulunmamaya çalıştım. 15 Temmuz olaylarına ilişkin resmi suçlama yöneltilmemiş basın mensubu ve devlet görevlilerinin ifadelerinden hareketle raporu oluşturmaya gayret ettim. Suçlamaya maruz kalan kişilerin savunma maksadıyla uluslararası mahkeme ve kurumlara sundukları ve bu kurumlar tarafından dikkate alınan ifadelerine rapor içeriğinde yer verdim. Resmi söylemlerde FETÖ olarak tanımlanan ve tarafsızlığı konusunda ciddi kuşkular bulunan gazeteci ve yazarların açık kaynaklarda yayımladığı hususları rapora aktarmamaya özen gösterdim. Bu türdeki haberlerden ancak yayımladıkları somut belgeleri alıntılamak suretiyle faydalandım ve değerlendirmelerde kullandım.


Olaylara ilişkin kanun metinlerini detaylıca incelemeye çalıştım. Tüm askerlerin çok iyi bildiği İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliğinin yanısıra olaylara ilişkin açık kaynaklarda bir şekilde temas edilen Anayasa ve kanun metinleri ile her türlü hukuki metini ayrıntılı olarak inceledim.


Ortaya çıkan raporun ne olarak adlandırılacağı konusunu çok fazla önemsemiyorum. Ancak kendini beğenmişlik olarak almazsanız hazırlanan raporun bilirkişi raporu olarak değer kazanması için her türlü gayreti ve özeni gösterdiğimi, subjektif değerlendirmelerden ve polemik konusu olabilecek haber ve yorumlardan uzak durmaya çalıştığımı ifade edebilirim. Yetkinlik olarak da gerek aldığım eğitim, gerekse görev safahatım açısından böyle bir olay hakkında değerlendirme yapabilecek seviyede olduğumu sanıyorum. Bununla birlikte her türlü yorum ve değerlendirmede somut ifade ve belgelerden hareket etmeye gayret ettiğimi de raporu okuyunca zaten göreceksiniz.


Son söz olarak diyebilirim ki bu raporu hazırlamakta temel motivasyonum, askerliğe başlarken ettiğimiz askerlik yeminine sadık kalmak ve askerliğin namusunu korumaktır. Vatanına ihanet eden elbette cezalandırılmalıdır. Ama hayatını askerliğe, vatana hizmet etmeye adamış kimseler de bu kadar kolay hainlikle suçlanmamalı, herkese tanınan asgari hukuki güvencelerden faydalandırılmalıdır diye düşünüyorum.

 

Mesaj Bırakın, Fikirlerinizi Söyleyin

© 2025 by Askeri Analiz.

bottom of page